Farklı uluslar farklı zenginliklere sahiptir ve bu kendilerine özgün zenginlikleri sayesinde uluslar, birbirleriyle olan mücadelede hayatta kalmayı başarır. Bu ekonomik özgünlük ise farklı kültürel varlıkların ortaya çıkmasına neden olmuştur ve kültürel tüm ögeler ise uluslara tabi olan bireylerin yaşayış biçimlerini belirler. Bu birbirine kenetlenmiş ekonomi, kültür ve yaşam biçimi çemberinde tartışılması gereken asıl konunun “ulusların zenginliği” kavramı olduğunu düşünmekteyim. Örneğin Almanya’da olan her şey Türkiye’de de olsaydı, bu iki ulustan birisinin diğerinden daha iyi iş yapmasıyla diğer ulusun fakir kalması demek olurdu. Ancak kendilerine özgün bir zenginliğe sahip olduklarından dolayı Almanya’daki bir ekonomik veya bilimsel gelişme Türkiye’nin pek umurunda olmamaktadır. Bu ne kötü ne de iyi bir durumdur, sadece Türkiye’nin uzmanlaştığı ekonomik göstergelerin Almanya’dan farklı olduğunu gösterir. Benzeri bir şekilde Türkiye için çok önemli olan bir konu diğer ülkelerin umurunda olmayabilir, bu da Türkiye’nin bir eksikliğini göstermez.

Bu konuda şu denilebilir: Bir mühendis ile bir doktor farklı konularla ilgilenir ve biri için çok heyecanlandırıcı bir haber diğerinin umurunda olmaz. Ne mühendis tıp ile ilgilenir ne de doktor mühendislik ile ilgilenir. Ulusların zenginliğinde bizim dünyadaki konumumuz nedir diye sormak gerekiyor. O halde, biz tam bir ülke olarak uluslararası ekonomide ne işi yapıyoruz? Belki de birçok kişi bizi tembel olarak görüyor, belki de birçok kişi bizi iş bilmez olarak görüyor. Ancak eğer ülke olarak hala hayattaysak bu, bizim ülke olarak dünyada bir işi tutarak var olduğumuzu gösteriyor. O halde ulusların zenginliği isimli yazımızda inceleyeceğimiz ilk konu tembellik ve çalışkanlığın kültürel gerçeği olacaktır; sonraki konu uluslararası ekonomideki tarihi ve şimdiki konumumuz olacaktır ve en sonunda ise günümüzdeki kültürel tembellik algısının gerçekliği hakkında konuşacağız.

Tembellik ve Çalışkanlığın Kültürel Gerçeği

Ora et labora, Latince bir slogan ve Benedikten Tarikatı’nın simgelerinden biridir ve “dua et ve çalış” anlamına gelir. Burada odaklanmamız gereken labor kelimesidir. Genelde Avrupa dillerinde emek anlamında kullanılır ancak doğurganlık anlamı da taşır. Bunun sebebi çalışkanlığın asıl anlamının verimliliktir. Derebeylik zamanında ekonominin temel yapıtaşı tarım olduğundan toprak verimliliği ile çalışkanlık aynı kavramlar olarak sayılıyordu ve bütün çalışkanlık ile tembellik kavramı da bu toprak verimliliği üzerinden tartışılıyordu. Tarım ile uğraşan uluslar hayvancılık ile uğraşan ulusları tembel olarak gördü diyebiliriz çünkü kendilerinin çalışmak olarak gördükleri işi yapmıyorlardı. Mesela Avrupalılar her zaman göçebe yaşayan ve hayvancılıkla geçinen kabilelere barbar demiştir ve kendi hayat düzenlerini kabul edene kadar onlara barbar demeye devam etmiştir. Ancak göçebeler için yaşam biçimlerinden vazgeçmek demek fakirleşmek demektir. Farklı topraklarda farklı bir ulus olarak dünya ekonomisinde var oldukları yer orasıdır ve bundan vazgeçmek demek ellerindeki maldan vazgeçmekten farkı yoktur.

Her ulus kendi yaşam biçimini kutsal görür ve bu yüzden kutsallar inşa eder. Mesela Avrupa’da zamanla ağır iş kutsal bir hale gelmiştir. Bu sırada da Uzakdoğu’da pirinç kutsal bir hale gelmiştir. Bizim kültürümüzde de ekmeğin kutsallaştırılması vardır. Kutsallaştırma ile birlikte çalışkanlık ve tembellik arasındaki farkın ayrı tutulmaya çalışılması vardır, yani ulusa ait bireyler kendisine ikisi de değilim diyemesin diye çalışkanlığın baş tacı edilmesi ve onun dışında kalan her durumun dışlanmasıdır. İşte bu durumda ulusların zenginliği olarak nitelendirdiğimiz ekonomi, kültür ve yaşam biçimi çemberi oluşmuş oluyor. Dünyanın kültürel kutuplarını Batı, Uzakdoğu, Afrika ve Ortadoğu olarak temsili örneklere ayırırsak bu aslında daha da netleşecektir. Batı, sanayi devriminden beri çalışkanlığı sanayi ve teknolojik gelişim ile özleştirmiştir ve teknik bilgilerdeki bilgi birikimine ve deneyime çok fazla önem gösterir. Bu sırada Uzakdoğulular ise Batı kültüründe yaşayan kişileri tembel olarak görür ve üretim odaklı bir ekonomik yaşam biçimlerine sahip olduklarından fabrikada veya toprakta çalışan birisini çalışkan olarak göreceklerdir.

Uluslararası Ekonomide Tarihi ve Şimdiki Konumumuz

Türkler de bu dünyanın bir parçası olarak kendilerine ait çalışkanlığa ve zenginliğe sahiptir. O halde kim Türkleri tembel görmekte ve Türkler kimi çalışkan olarak görmektedir sorusunu sormak doğru olur. Türkler kültürel olarak kendilerini tetikçi olarak meslek edinmiş bir ulustur. Yani Türkler, bulundukları yerde o bölgenin silah ile yapılacak işlerini üstlenmiş bir ulustur diyebiliriz. Göktürkler ile Uygurlar yer yer Çinliler ile anlaşmaya varmış ve yer yer ise yeterli haraç ödenmediğinde savaş ilan ederek ödeneklerini kılıç ile almıştır. Türkler sonra ise fetih ve askeri antlaşmalar ile kazanç sağlayarak kendilerine bulundukları coğrafyada nam salmışlardır.

Türklerin sadece askerliği kutsallaştırdığını söylemek yanlış olur. Aynı zamanda işe duyulan sadakat duygusunun kendisinin de kutsallaştırılması söz konusudur. Türk tarihinde at, koç ve koyun şeklinde anıt taşları vardır. Bunların önemli bir kısmı Doğu Anadolu’da bulunmaktadır. Demek ki at, koç ve koyun yetiştiriciliği de birer önemli iş olarak görülmüş ama muhtemelen bu işlerin kendisi değil bu işlere duyulan sadakatin kendisine odaklanıldığını söyleyebiliriz. Ant içme, kan kardeşliği ve söz verme gibi kavramlar Türklere özgündür ve benzer kavramlar diğer kültürlerde olsa da tamamen aynı anlama gelen bu gelenekler sadece Türklere özgündür. Ant içmenin kökeni ant kadehi ritüeline gider. Eski Türkler bir antlaşmaya vardıklarında aynı kadehten içerek bunu geleneğe uygun hale getirirlermiş. Askeri önem belirten bir başka gelenek ise kan kardeşliği olabilir. Bu gelenekte eskiden birden fazla kişi kendilerini kendi silahlarıyla yaralayarak kanlarını akıtıp söz verdiklerini biliyoruz.

Türklerle benzer durumu yani uluslararası ekonomide tetikçi konumunda bulunmayı İspanyollarda da görüyoruz. İspanyollar da antik zamanlardan beridir defalarca Avrupa’daki farklı ülkeler için savaşa girmiş ve bundan kazanç elde etmiş bir ulustur. Osmanlılar, Türk tarihinde en son fetih yapmayı çalışmak olarak görmüş devlettir diyebiliriz. Bundan sonra ya ittifaklarda bulunarak ya da sadakate önem göstererek Türkler uluslararası ekonomide yerlerini buluyor. Hiçbir şekilde coğrafi olarak Atlantik ile bağımız olmamasına rağmen NATO’ya girmemiz ve NATO’ya alışılmadık bir sadakat göstermemiz buna bağlanabilir. Türkler şimdilerde ise, tıpkı eskiden olduğu gibi, dünyaya yabancı geliyor ve tembel olduğumuza dair bir imaj oluşmuş durumda çünkü etrafımızdaki hiçbir kültürün çalışkanlık tabirine uymayan bir çalışkanlık anlayışımız var. Bunu değiştirmemiz gerekiyor çünkü artık ne savaşlar meydanda yapılıyor ne de eskisi gibi ittifaklara sadık kalma vardır. Her şey teknolojikleşti ve uluslararası ilişkiler tamamen bir realpolitiğe dönüştü. Yani artık savaşa insanlardan çok drone’lar gidiyor ve ülkeler kişisel çıkarlar amacıyla çok kolay saf değiştirebiliyor. O zaman “tembellik” kavramına daha derinden bakmak, bizim yabancı ve farklı çalışma anlayışımız dışında neden tembel olarak göründüğümüzü belki de açıklar.

Günümüzde Kültürel Tembellik Algısının Gerçekliği

Tembellik, günümüzde bir işe emek harcamak üzerinden değil bir işin tamamlanıp tamamlanmamasına odaklanmaktadır. Yani süreç değil, sürecin sonucundaki kazanç daha büyük değer görür ve bu ödül üzerine kurulmuş algı sonucunda TikTok ve Instagram gibi ödül algoritmaları içeren sitelerin kullanıcı kazanmasıdır. İşte insanların gitgide “tembelleşmesi” aslında bu kültürel değişimin sonucunda ortaya çıkar. Tıpkı eskiden iş kavramının toplumdan topluma değiştiği gibi, çalışma kavramı günümüzde eski toplum ile yeni toplum arasında bir anlam farkı göstermektedir. Türkler dahil olmak üzere birçok ulus da bu durumun yalnız bir parçasıdır. Yani küresel olarak iş şartları ve iş kavramının kendisinde bir değişiklik vardır. Yeni iş şartları elbet oluşacaktır ancak doğrusunu söylemek gerekirse Türkler iki kez bir değişim döneminden geçmektedir. Artık eskisi gibi savaş meydanlarda savaşılmamaktadır, o yüzden artık meydanlarda tetikçilik işini devralamıyor. Bu yüzden batıyla bir kültürel uyuşmazlık artıyor ve hem de küresel olarak teknolojik değişimin tam ortasında bulunuyor. Bunun gerisini gelecek tarihler kendisini gösterecek.


Ulusların zenginliği kavramı, ekonomi, kültür ve yaşam biçimleri arasındaki karmaşık ilişkiyi anlamamıza yardımcı olur. Bu bağlamda, tembellik ve çalışkanlığın kültürel algılarını, uluslararası ekonomideki tarihi ve şimdiki konumumuzu ve günümüzdeki kültürel tembellik algısının gerçekliğini derinlemesine incelemek, ulusların farklılıklarını ve benzersizliklerini daha iyi anlamamızı sağlar.


Kaynakça:

AT-KOÇ-KOYUN BİÇİMLİ MEZAR TAŞLARI | Kültür Portalı (kulturportali.gov.tr)
Türklerde Ant Kadehi İkonografisi ve Ant İçme Ritüeli / Yazan: Nuray Bilgili – www.tarihistan.org

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

BENZer yazılar