’’Katı olan her şey buharlaşıyor, kutsal olan her şey dünyevileşiyor ve en sonunda insanlar yaşamın gerçek koşullarıyla ve diğer insanlarla ilişkileriyle yüzleşmeye zorlanıyor. Modern burjuva toplumu, böylesine kudretli üretim ve mübadele araçlarının bir araya getirmiş olan bu toplum, yer altı güçlerini kontrol edemez bir büyücüye benziyor.’’ Karl Marx

Marshall Berman tarafından kaleme alınan ilgili kitapta önce modernite söyleminden başlanarak farklı kültürlerin ve ülkelerin modernist yanı, evrensel gelişmeler; ardından Modernizm- Postmodernizm ikilemi ve diyalektik sınırları üzerinde durulmuştur. M. Berman’ın da kitabındaki tanımıyla; Marksist diyalektik, Karl Marx’ın ve Friedrich Engels’in geliştirdiği bir düşünce yöntemi olarak bilinmektedir. Bu yöntem, materyalist bir temele dayanır ve toplumsal değişimi ve çatışmayı anlamak için kullanılır. Modernleşme ise, genellikle toplumun ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda yaşadığı dönüşüm ve gelişmeyi ifade eder. Marksist diyalektik, ilgili süreci toplumda var olan karşıtlıkların, çatışmaların ve değişimin bir sonucu olarak görür. Bu yöntem, tez, antitez ve sentez adı verilen üç aşamalı bir süreçle karakterize edilir. Tez, mevcut durumu temsil ederken, antitez ona karşı çıkan yeni kuvvetleri temsil eder. Bu iki zıt kuvvet arasındaki çatışma, yeni bir durumun doğmasına ve sentezin oluşmasına yol açar. Bu süreç sürekli olarak tekrarlanır ve toplumsal değişimin temelini oluşturur. Modernleşme ise, geleneksel toplum yapılarının endüstrileşme, kentleşme, eğitim ve teknolojik gelişmeler gibi etkenlerle değişime uğradığı bir süreci ifade eder. İlgili süreç, Batı’da Sanayi Devrimi ile başlamıştır, ancak daha sonra dünya çapında yayılmıştır. Modernleşme sürecinde, toplumlar daha karmaşık hale gelir, ekonomik yapılar değişir, kentler büyür ve sosyal ilişkiler dönüşür. Marksist diyalektik ve modernleşme arasındaki ilişki, Marksist perspektiften modernleşmeyi anlamak için kullanılabilir. Marksistler, modernleşme sürecinin, kapitalizmin yayılması ve sınıf çatışmalarının derinleşmesiyle ilişkili olduğunu savunabilirler. Aynı zamanda, modernleşme sürecindeki değişimlerin, Marksist diyalektikte açıklanan çatışma ve dönüşüm süreçleriyle uyumlu olduğunu gösterebilirler. Ancak, modernleşme sürecinin tek bir yolunu ve sonucunu öngörmek yerine, Marksistler genellikle farklı toplumların farklı yollardan modernleşebileceğini ve bu sürecin sonucunun çeşitli faktörlere bağlı olduğunu belirtirler. Marksizmde “şeyleşme” terimi, Karl Marx’ın kapitalist toplumun temel özelliklerinden birini açıklamak için kullandığı bir kavramdır. Bu terim, kapitalist üretim ilişkilerinin ve toplumsal yapıların insanları ve ilişkilerini “şeylere” dönüştürmesini ifade eder. Şeyleşme, insan ilişkilerinin, değerlerinin ve deneyimlerinin metalaşma süreciyle birlikte maddi nesnelere indirgenmesini ifade eder. Marx’a göre, kapitalist üretim tarzında, insanlar arasındaki ilişkiler ve değerler, metaların üretimi ve alım-satımı üzerine kurulmuştur. İnsanlar, kendi emeklerinin ürünlerini değil, metaları üretmek ve değiş tokuş etmek için birbirleriyle etkileşime girerler. Bu süreçte, insanlar arasındaki ilişkiler, mal ve hizmetlerin piyasada alınıp satılmasıyla belirlenir hale gelir. İnsanlar, sadece mal ve hizmet tüketen tüketicilere dönüşürler. Şeyleşme aynı zamanda, emeğin de metalaşması sürecini ifade eder. İşçi, emeğini bir meta olarak satmak zorunda kalan bir üretici haline gelir. Bu durumda, işçinin emeği de sadece bir mal gibi değerlendirilir ve piyasada alınıp satılır. Marx, şeyleşmeyi kapitalist toplumun birçok sorununun kaynağı olarak görür. Bu süreç, insanların arasındaki ilişkilerin dehumanize olmasına, insanların kişisel ve toplumsal değerlerinin kaybolmasına ve işçilerin emeklerinin sömürülmesine yol açar. Marx’a göre, kapitalizmin aşılması, bu şeyleşme sürecinin tersine çevrilmesini gerektirir ve emeğin toplumsal değer kazanmasını sağlayacak bir toplum yapısının kurulmasını gerektirir. Daha önce de belirtildiği üzere; modernizm, Aydınlanma ve Sanayi Devrimi gibi Batı kökenli tarihsel süreçlerden doğan bir kavramdır. Modernizm, sosyal, kültürel, ekonomik vb. alanlarda eskiyi yeniden yapılandırmak ve dönüştürmek için bir çaba olarak tanımlanır. Ancak modernizm kavramının Batı kökenli olması, doğu kökenli modernleşme hareketlerini inkar etmez. Sadece modernizmin başlangıç noktasının belirtildiği vurgulanmıştır. Kapitalizm ise üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan ve bu araçların kâr amacıyla işletilmesine dayanan bir ekonomik sistemdir. Bu sistem, “kapital” terimiyle tanımlanır ve genellikle Batı dünyasında yaygın olarak bulunur. Modernizmin üç ana görüşe dayandığı görülmektedir: Aydınlanma, Rasyonalizm ve Pozitivizm. Bu görüşler, modernizmin kendine özgü bir akıl yürütme ve görme biçimini somutlaştırmaya çalıştığını ifade ediyor. Modernizmin sosyal ve kültürel etkileri arasında, gelenekçilik ve feodalizmi terk edip kapitalist ilişkilere geçiş, bilim, bilgi, değerler ve inançların modernitenin tanımlayıcı unsurları haline gelmesi ve yeni toplumsal yapılarla birlikte bireyselliğin öneminin artması gibi unsurlar bulunuyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

BENZer yazılar