- Katılım
- 11 Mar 2024
- Mesajlar
- 2
- Tepkime puanı
- 3
Artık hiçbir - ama hiçbir - tabunun kalmadığı film endüstrisinde, "Bizi şaşırtacak daha fazla ne yapabilirler ki?" demeye kalmıyor. Bir babayiğit çıkıyor ve bu görevi hakkıyla (!) üstleniyor. Bu yazının ana kahramanı babayiğidimiz de Emerald Fennel. "Ben yönetmen falan bilmem." dediğinizi duyar gibiyim. Ama merak etmeyin. Kendisi aynı zamanda oyuncu da. Mutlaka bir yerde görmüşlüğünüz vardır. İngiliz kraliyet ailesi fanıysanız, The Crown'da Camila Parker Bowles'un gençliğini canlandırdığını hatırlıyor olabilirsiniz. Dikkatli bir izleyiciyseniz, 2023'ün sansasyonu Barbie filmindeki minik Midge rolüyle de aklınızda bir yerde yer etmiş olabilir. Bildiyseniz, devam edelim.
Fennel; 2017 yapımı, LGBTQI+ topluluğunun gözbebeklerinden Call Me By Your Name filminden çok etkilenmiş olacak ki, benzeri bir film çekme teşebbüsünde bulunup, bir miktar fan-made YouTube videosuna benzeyen bir ürün çıkartmış ortaya. Call Me By Your Name filmini hatırlayanlarınız olacaktır illaki. Timothee Şalalala'yı (Chalamet olduğunu biliyorum) ilk orada sevmiştik. Yeri geldi gülmüş, yeri geldi ağlamıştık. Bir sahnede de gülmekle ağlamak arasında kalıp hayrete düşmeyi seçmiştik. Hangi sahne olduğunu anladınız. O sahneyi izlerken, eminim birçoğumuz aynı şeyi düşündük: "Bu sahne gerçekten gerekli miydi?" Bu, hâlâ tartışılabilir; ve ben hâlâ gereksiz olduğunu savunabilirim. Ama beni bırakalım şimdi.
Neden fan-made dediğime dönelim. Bilenleriniz vardır. O dönemin sevilen kitap ya da dizi-film karakterleriyle ilgili, o eserin fanları amatörce videolar oluştururlardı. Örneğin, kitaptaki A karakteri B karakteriyle birlikte olduysa ancak okuyucu kitlesi tarafından C karakteriyle birlikte olması isteniyorsa, biraz photoshop ve video düzenleme programı kullanabilen gençlerimiz kendi zevklerine uygun bir son içeren videolar oluştururlardı. Saltburn bana biraz bunu çağrıştırdı. Emeral Fennel Call Me By Your Name'i izlemiş, Elio ve Oliver'ın ilişkisini beğenmiş. Burada sorun yok. Ama demiş ki:
"İki kadın çok. Chiara'yı alayım, adını Venetia yapayım. Marzia erkek olsun. Adı da Farleigh olsun. Oliver güzel isim, o kalsın. Elio'yu beğenmedim, Felix olsun. "
Böyle bir monolog yaşanmış olabilir mi acaba diye düşünmedim değil. Hatta bu monoloğun devamı da şöyle gelişti bence:
"Şeftali mi? Iyyy ne yapıyor o öyle?? Dur bir dakika. Elio'nun Oliver'ı ne kadar arzuladığını göstermek için oldukça ilgi çekici bir fikir. Acaba daha çarpıcı ve rahatsız edici yapabilir miyim? Aklıma bir fikir geliyor gibi..."
LGBTQI+ topluluğu hoşnut kalsın, ters köşe sevenler eli boş dönmesin, rahatsız edici sahneleri rahatsız edici bulmadığını iddia edip kendini herkesten üstün gören "sinefil"ler hava atabilsin diye diye kafalarda soru işareti dışında bir şey bırakmayan bir film çıkmış ortaya. Bütün sınırları aşan, asla "Bu da yapılır mı?" gibi bir kaygısı olmayan, IMDB'den nasıl 7/10 aldığına akıl sır erdiremediğim bir filmdir kendisi.
Ha sıkılmadan izledim mi? Evet. Çünkü film size sürekli bir şey sunuyor. Mantıklı ya da mantıksız. İnandırıcı ya da değil. Hep bir şok etme, merak uyandırma unsuru var. Ama bir filme sadece kendini izletti diye iyi film denebilir mi? Ya da sırf ilgi çeksin ve izlensin diye her şeyin harmanlandığı bir film çekilir mi? Bu sorular özelinde düşününce, Saltburn ne yazık ki biraz hayal kırıklığı yarattı.